_MiRiBi_
Aktif Üye
Kayıt: Feb 17, 2008
Mesajlar: 35
|
Tarih: 13 Mart 2008, Perşembe 14:13:20 Mesaj Konusu: YaR'a YaRaLiYiM "GarDaş" |
|
Bir Ciglik belkide bir haykirisin en guzel hikayesiydi...
Hersey kelimelerin cumle, cumlelerin ise birbirini kovalayisi ile basladi...
Kuzeyinoglu Olan "volkan Konak" Yitirdigi deyer kazim Koyuncunun sessizce kaybolup gidisinin ardindan kelimelerini cumleleriyle gardas etmisdi... Sozcukler Belki yurekden nagmelenen bir ince sizi gibiydi oysa sonmeyecek olan ozlem dinmeyecek olan sevginin Belkide en guzel haykirislarini olusturmakdaydi....
Gokten bir yildiz kaydi karadenize dustu
Aman aman gardaş yara yaraliyim
Onu sevenlerinin yurekleri tutuştu
Susun kuşlar susun kara karaliyim
Aman aman gardaş yara yaraliyim
Bu amansiz hastalik tatli cani aldi
Aman aman gardaş yara yaraliyim
Kemencesi duvarda gitari nerde kaldi
Susun kuşlar susun kara karaliyim
Aman aman gardaş yara yaraliyim
Kalksin daglarin kari kervanim yuruyecek
Aman aman gardaş yara yaraliyim
O guzelim saclari toprakta curuyecek
Susun kuşlar susun kara karaliyim
Aman aman gardaş yara yaraliyim
Gene geldi yaz başi senlenir yuksek daglar
Aman aman gardaş yara yaraliyim
Demedimi azrail ver sevgilisi aglar
Susun kuşlar susun kara karaliyim
Aman aman gardaş yara yaraliyim..!
Karadenizliler, genç sanatçının kansere yenik düşmesine ağlıyor, hepimiz kavrularak ağlıyoruz. Kazım Koyuncu'nun ailesine, arkadaşlarına sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Kazım Koyuncu arkadaşımızdı. Fuat Saka, Volkan Konak, Sunay Akın, İbrahim Can ve Kazım Koyuncu... Gizli bir örgüt gibi. Kazım'ın ölüm haberini alınca düşündüm... Bizler, birbirimizi niye anlatamayız.
Çünkü hiçbirimizin hayata karşı hesapları yok. Hiçbirimiz tedirgin değiliz. Ve hepimiz kendi bileklerimizden sorumluyuz...
Ve bu sanatçıların her birinin içinde, sanki trafo saklı gibi enerji yüklü... Bir gün belki, oturmalarımızı, konuşmalarımızı, huylarımızı, birer birer hikaye eder, anlatırım...
Hastalığı sonrası birkaç kez telefon ettim. Karadenizliler arasında sıkı bir geyik vardır. O geyikten çevirdik, şöyle: 'Kazım biz hamsi yedik, mısır ekmeği yedik, bize bir şey olmaz!'...
İşte bu geyikten çevirip gülüştük. Ama galiba, mısır ekmeğinin, hamsinin kendisi artık kanser...
Genç bir insanın ölüm acısını hiçbir söz içimizden alamaz. Acıyla ancak zaman başeder. Ve Kazımlar'ın yeteneği, enerjisi, coşkusu, sara illeti gibi bir şeydi. Tutulmaları imkansızdı... Uyurken bile tepinir, titrer yerinde duramazlardı. Türkülerini ve topraklarını delirmişcesine seviyorlardı...
Ne diyeyim sana Kazım... Genç yaşında duygunun, coşkunun, şarkıların yeterince yüksek zirvelerine tırmandın... Hepinizin volkanik bir bedeni vardı... Türküler lavlar gibi akıyordu...
Ne diyelim sana Kazım... Sen de hepimiz gibi büyülenmiş ve artık türkülerinle herkesi büyülüyordun...
Ne diyeyim sana Kazım... Sahnede, yüreğinden kamçılanmış gibi türküler söylüyordun...
O korkunç kuvvetli duyguları hangi uçurumların tepesinden topladığını biliyordum... O korkunç kuvvetli duyguları hangi rüzgarlar sana öğretti tanıyordum... O korkunç kuvvetli duyguları yüreğine hangi ıssız yaylaların neşeleri soktu biliyordum... Çünkü aynı ülkenin, aynı sokakların çocuğuydum...
Kazım, o hüzünlü, coşkulu çığlıklarını içimizden kimse söküp çıkartamayacak!.. Yakında biz de geleceğiz, ne diyeyim, ışık değilsin ki, şimdi söndün diyeyim. O hüzünlü çığlıklarını şimdi başkaları bulur mu onu da bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, bir ülke önce insanın gözlerine yerleşir, sonra kalbine...
Ve sanatçı diye bir şey yoktur bu ülkede, taşkınlık, coşma, dağılma, parçalanma, sürüklenme, kendini tutamama, aşırılıklardan kurtulamama vardır ve bu insanların artık bıçak saplasan girmez bedenleri vardır!
Genç bir insanın ölüm acısını hiçbir söz içimizden alamaz. Acıyla ancak zaman başeder. Bir de Karadeniz'in kara rüzgarları...
Eylül ayının sert fırtınaları, delirmiş dalgaları, kayaları devirdiğinde sert soğuk rüzgarlar başlar... Sibiryalar'dan kopup gelmiş Kafkaslar'da çarpışmış...
Kara poyrazlar kapkara bir öfkeyle kemiklerinizi kırarcasına eser... İncecik erik ağaçlarının incecik fındık dallarının bu sert rüzgarlara karşı şansı yok.
Ayakta kalabilmek için biraz deli, biraz divane, biraz kudurmuş, biraz rüzgar gibi, biraz Karadeniz olacaksın...
Yağmurları nehir olup şehirlerin ortasından akan ülke...
Dağları ormanları söküp sahile indiren sellerin ülkesi...
Ve denizin kumunu, gökleri kapkara rengine boyayan dağları parçalayan rüzgarların ülkesi.
Duydunuz mu, Kazım ölmüş...
Meteliksiz, beş parasız, sahillerinde, dağlarında sürttüğümüz ülke... Sık sık dalgaların altından kumların hızla çekilip sürüklendiğimiz ülke... Duydunuz mu, Kazım ölmüş...
Kasım ayı devrildiğinde ne mavisi kalır gecelerin... Ne yeşili kalır dağların. Kapkara bir lacivert. Kömür madenleri taşıyormuş gibi bulutlar. Ağır ağır dağların tepesine oturur. Yağmurlar öyle tane tane değil, devrilmiş tren katarları gibi düşer başınızdan... Yağmur değil göklerden asfalt parçaları düşüyor gibi, ormanların beli kırılır...
Duydun mu kara lacivert deniz, Kazım ölmüş...
Karadeniz artık ölüm yatağında ülke...
Kendi ailem dahil, ölenlerin sayısı, yaşayanları geçti.
Ne hüzünlü coşkulu şarkıları teskin ediyor artık bizi... Ne ladin ormanları. Ne dalgaları. Ne mısır tarlaları. Ne karayemişleri. Ne yılan basmış tepeleri, yaylaları.
Karadeniz acılar içinde ülke. Artık her kapıda bir tabut. Her köyde yaygaralarla ağlayan insanlar. Yırtınarak, böğürerek, cırlayarak yürekleri yanmış insanlar...
Karadeniz'in artık, şakası, fıkrası, horonu, futbolu, fındığı değil... Karadeniz'in artık kanseri meşhur, konuşuluyor.
Coşkulu türküleri, enerjik rengini kaybediyor ve artık ağıtlar kansere yazılıyor.
Çayımız, fındığımız, bulutumuz, suyumuz, horon tepen genç çocuklarımız, ninelerimiz, hepsi bir büyük dünya savaşına girdi. Kansere karşı topyekün bir meydan savaşı... Kırılıyoruz...
Ey Karadeniz, senden nefret mi edeceğimizi sanıyorsun... O yemyeşil eşsiz manzaraların, yağmurların, suların, sellerin ormanlarından vaz mı geçeceğimizi sanıyorsun...
Bize teslim olmamayı sen öğrettin... Hepimizi teker teker alsan da, senin çocuğun olmak, senin dağların sahillerinde birkaç gün gezinmiş olmak, bize yeter...
Bize, dünyaya meydan okuyacak gücü sen verdin, bu türkülerin çığlıklarını sen verdin, bize hesapsızlığı, ölçüsüzlüğü, deliliği sen öğrettin.
Ölümünü, tabutlarını, kanserden kolordularını topla gel!.. İstediğin kadar gel... İçimize, bu toprağa, acıyı yerleştiremeyeceksin...
Ozlemler birbir ardina eklendikce soylenen sozler ayni acinin tarifi ve sizi farklilasmisdi belkide sadece....
KImilerimiz uzanilmayacak kadar uzaklardan, kimilerimiz ise icinde susmiyan cigligin sesine benzetmisdi"gardas" adli eseri ve yakilan agidi....
Minicik elleri vardi,opulmeye kiyilmiyacak kadar narin koklanmaya doyulmyacak kadar hassas... Ipekden nazli saclari Gunes gibi parliyan gozleri vardi...
Sonmiyecek olan umuda kaymayacak olan yildizia benzerdi derinden derine icten ice gulumseyisleri...
BUnca guzel kelimeyi cumle haline tasiyan hecelerin ozunde sakli olan kelime "cocuk" deyilmiydi?
Genc inden yaslisina gormus gecirmisinden henuz hayati tanimamis olacak kadar kucucuk minicik olan acmamis tomurcuk gullere kadar iste kaybettiklerimiz ve onlarin asla kaybedilmeyecek olan derin den derine birakdigi gercekler...
Ahhhhhh! Volkan konak... Hep kulaklarda bir nagme idi turkuleriniz.... Ve karadenizden dunyaya acilan aci bir ciglikdi cerrahpasada olan cigliginiz....
Dile dolanan nagme kimi zaman dort duvara mirildanan bir dua idi belkide...
Acinin turu yada hasretin agirligindan olusan yanlizligi, hic biri deyildi elbette...
Amansiz hastaliklarda yitirilenler belkide yitmeden yitme korkusu ile yaslanip solanlar.... Neler yasanildi ve neler gorulup gecirildi...
Duvarlarin dili olmaliydi belkide....
Belkide acinin kor halinden baska birde dili olmaliydi ve haykirmaliydi...
Soldu gonlumun yine huzun kokan tomurcugu...
Oysa acmamis acamamis bir gonca idi...
Saclarina kara topraklar gozlerine ise kefen deydi...
Bir masali vardi henuz haykirilmamis,
Bir ahi vardi hayattan belkide henuz alinmamis...
Solmasaydi,
Belkide yasayacakdi...
Demedimi azrail var sevgilisi aglar...
Susun kuslar susun kara karaliyim aman aman gardas yara yaraliyim....
Karadenizden dunyaya ulasan sesi haykiran "KuZeYiN OgLU VoLKaN KONaK"
Bir emanetim var Gozlerimin Deymedigi karadenize haykirilacak...
Bir alacagim var ondan...
Dogmamis gunese fisildanacak bir ahim,
Acmamis gule dokulecek iki damla goz yasim var sakladigim...
Soldurmazdim bilseydim acacak gullerim.
Kusturmezdim dalini yapragina bilseydim kuruyacak yeseremeden...
Bir gulusum var sakladigim onuda karadenize yuz surdugumde verecegim Gamzelerimden cehreme dogru... "Hediye"
Soyle beni beklesin...
Bu gunes elbet geceden sabaha, elbet sabahdan aydinliga yol alacak...
Dunya donmeye devam etttikce gokyuzunun bir yerinde cicekler acerken bir yerinde solmaya devam edicek....
Siz siz olun ve acan ciceklerinizi asla soldurmayin..... |