Anasayfa | Fotograf Albümü |Forumumuz |Downloads | Hesabınız | Ziyaretçi Defteri|İletişim| Radyo

Oymalitepe.Net :: Başlığı Görüntüle - sarı gelin
 SSSSSS   AramaArama   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için login olunÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için login olun   GirişGiriş 

sarı gelin

 
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Oymalitepe.Net Forum Ana Sayfası -> Sizin Kaleminizden... Köşe Yazıları... Sizin Kaleminizden... Köşe Yazıları...
Önceki Başlık :: Sonraki Başlık  
Yazar Mesaj

zafersoy

Platinyum Üye
Platinyum Üye



Kayıt: Oct 30, 2008
Mesajlar: 2039
Nereden: TRABZON



MesajTarih: 27 Kasım 2008, Perşembe 00:06:21    Mesaj Konusu: sarı gelin Alıntıyla Cevap Ver

‘SARI GELİN’İN HİKAYESİ

Şeyh Abdülkadir Geylani’nin müritlerinden Sanani, şeyhine darılarak firar etti. Yolu Erzurum ve Oltu’ya düştü. Burada tanıştığı bir dervişle yola çıktılar. Penek suyu kıyısına geldiklerinde, derviş genç Sanani’den kendisini karşıya geçirmesini istedi. Sanani, bu teklifi kabul etmeyince, dervişin, ‘Benden esirgediğin omuzlarına, domuz yavruları binsin!’ bedduasına uğradı. Misafir oldukları Hristiyan Penek Beyi’nin güzel kızına vurulan Sanani, misafirliği uzattı ve sarayın hizmetçileri arasına katıldı.

Kendisi sarayın domuz çobanı olmuştu. Şeyhi Geylani, müridi Sanani’nin bu halini öğrendi ve çok üzüldü. 500 müridinden, onu kurtarmalarını, gerekirse sevgilisiyle birlikte getirmelerini istedi. Müritler, Sanani’yi, domuz güderken buldular ve şeyhin isteğini Sanani’ye bildirdiler. Sanani, ancak sevgilisiyle birlikte gelebileceğini söyledi. Bir sabah erkenden kızı aldığı gibi, kendilerini bekleyen müritlere doğru yola çıktı. Hep birlikte karlı dağa doğru yürüdüler. Onların yokluğunu anlayan saray görevlileri, çevre köyleri aradılar, bulamadılar. Dağlara yöneldiler. Aşıklar ve müritler, takip edildiklerini anlayınca kaçmaya başladılar ve dağın güneyine sarktılar. Takipçiler yetişince çetin bir savaş oldu. Bugünkü Allahuekber Dağları adını bu müritlerin ‘Allahuekber’ sedalarından almıştır. Aşıkların ve müritlerin mezarları da bugün ziyaret yeridir”.

<div>Ayağın kırıldı diye üzülme. Allah sana belki kanat verecek. <br>Kuyu dibinde kaldın diye kırılma belki oradan bile bir kapı açılır. <br>Yusuf kuyudan sultan oldu.."</div><br>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder

sair_alpaslan

Platinyum Üye
Platinyum Üye



Kayıt: Feb 17, 2008
Mesajlar: 1108
Nereden: Bayrampaşa/İstanbul/yıldırım mah



MesajTarih: 27 Kasım 2008, Perşembe 21:29:31    Mesaj Konusu: Re: sarı gelin Alıntıyla Cevap Ver

teşekkürler zafer abim

<div>KELİMELERİN GÜCÜNE İNANMIYORSAN İNSANLARIN GÜCÜNÜ ASLA TAHMİT EDEMEZSİN...</div>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger

zafersoy

Platinyum Üye
Platinyum Üye



Kayıt: Oct 30, 2008
Mesajlar: 2039
Nereden: TRABZON



MesajTarih: 28 Kasım 2008, Cuma 02:28:11    Mesaj Konusu: Re: sarı gelin Alıntıyla Cevap Ver

burya halk türkülerinin hikayelerini yazsa herkes ne güzel olur..sarı gelin türküsünü ermeniler kendi kültürlerinden çıktığını ,bizim tarihçilerimizinde bunun sadece bir efsane olduğunu ve efsanede olsa türklere ait bir hikaye olduğunu savunuyorlar

<div>Ayağın kırıldı diye üzülme. Allah sana belki kanat verecek. <br>Kuyu dibinde kaldın diye kırılma belki oradan bile bir kapı açılır. <br>Yusuf kuyudan sultan oldu.."</div><br>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder

eliferdem

Elmas Üye
Elmas Üye



Kayıt: Sep 06, 2008
Mesajlar: 3901




MesajTarih: 28 Kasım 2008, Cuma 10:57:11    Mesaj Konusu: Re: sarı gelin Alıntıyla Cevap Ver

MİSKET

Misket, ufacık tefecik bir elma türü... Huriye de Ganizadeler'in ufakcık tefecik şipşirin kızlarının adı. Huriye, sık sık evlerinin önündeki elma ağacına tırmanır, yolu gözler; sebep, Osman Efe...

Ankara'nın sayılı efelerinden Osman, genç, yakışıklı, geniş omuzlu,burma bıyıklı... Huriye'nin gönlü bu Osman Efe'de. Osman Efe, evin önünden geçiyor; Huriye atlıyor bahçeye, tırmanıyor misket ağacına. İkisinin de yüreğinden ılık bir şeyler akıyor. Osman Efe, Huriye'yi adıyla çağırmıyor hiç, ''misket'' diyor Huriye'ye.

Yörenin ünlü ağalarından Kır Ağa, bir gün Huriye'yi su doldururken görüyor çeşme başında. Aradan bir hafta geçmeden Kır Ağa, Huriye'yi istetiyor. Babası, ''Kır Ağa, yiğit insandır, malı mülkü yerindedir'' diyerek Huriye'yi vermek ister. Annesi, Huriye'nin ağzını arar, fakat Huriye ''ölsem Kır Ağa'ya varmam'' cevabını verir.

Huriye, akşamı zor eder. Bahçeye çıkıp, Osman Efe'nin yolunu gözler. Uzaktan atını görünce, tırmanıp çıkar elma ağacına. Durumu bildirir Osman Efe'ye.

Osman Efe, çılgına döner. Kır Ağa'ya haber gönderir, ''Kendini sever, sayarım. Yiğit kişi bellerim. Yolumdan çekilsin. Sonu iyi olmaz'' der. Haberi Osman Efe'den Kır Ağa'ya götürenler, bire bin katarak anlatırlar ''Osman diyor ki, Kır Ağa kim oluyor da benim yavuklumu alacak. Leşini sararım'' diye...

Kır Ağa, ''Demek dünkü çocuk bize meydan okuyor. Kendine güveniyorsa karşıma çıksın'' diye Osman Efe'ye haber gönderir. Tabii haberi götürenler Osman Efe'ye de bire bin katarak anlatıyorlar. Osman Efe Kır Ağa'ya, Kır Ağa Osman Efe'ye kinlenir. Sonunda kıran kırana kavga etmeye, sağ kalanın Huriye'yi yani Misket'i almasına karar veriyorlar.

Belirlenen gün ve yerde karşılaşıyorlar. Bıçaklar çekiliyor. Huriye ise durumu merakla bekliyor. Çıkmış elma ağacı üstüne, yoları gözlüyor. Bir yandan da Osman Efe için dua ediyor. Osman Efe ise Kır Ağa karşısında aslanlar gibi dövüşüyor. Kır Ağa birden duruyor. ''Benimle böylesine boy ölçüşen yiğide, ben kıyamam. Koç olacak kuzuya bıçak çekemem. Vur bıçağını bağrıma. Misket senin olsun'' diyor. Osman Efe önce şaşırıyor, sonra oda bıçağını yere atıyor ve koşup ellerine sarılıyor Kır Ağa'nın.

Kadın-kız da yollara dökülmüş uzaktan görünen kalabalığı bekliyor. Misket ise çıktığı elma ağacında duramıyor heyecandan. Daldan dala geçip, gelenleri seçmeye çalışıyor. Derken kalabalık yaklaşır, önde Kır Ağa, arkasında kalabalık. Gözleri Osman'ın arıyor, göremiyor. Birden başı dönüyor, gözleri kararıyor, tepe üstü ağaçtan aşağı düşerek cansız yere yığılıyor.

Çok geçmeden kalabalık elma ağacına ulaşınca, bir feryattır kopuyor. Osman Efe, sığmıyor oralara. Kadınlar kızlar perişan. Misket kızın yani Huriye'nin hikayesi dilden dile dolaşıp türkü oluyor.


Kaynak:
Yaşar Özürküt
Türkülerin Dili
Ankara Kültür Kurumu Yayınları
Stockholm 1987

Yan!" diyorum içime!..." Sadece sen yan! " Ve"Dayan!"diyorum gönlüme!..."Herkes mutlu olsun!... Sen dayan!..
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder

eliferdem

Elmas Üye
Elmas Üye



Kayıt: Sep 06, 2008
Mesajlar: 3901




MesajTarih: 28 Kasım 2008, Cuma 10:57:52    Mesaj Konusu: Re: sarı gelin Alıntıyla Cevap Ver

çok güzel düşünmüşsün zafer emeğine sağlık (: kırmızı gül

Yan!" diyorum içime!..." Sadece sen yan! " Ve"Dayan!"diyorum gönlüme!..."Herkes mutlu olsun!... Sen dayan!..
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder

Bir_Beyaz_Mendil

Altın Üye
Altın Üye



Kayıt: Oct 07, 2008
Mesajlar: 509
Nereden: samsun



MesajTarih: 28 Kasım 2008, Cuma 11:56:55    Mesaj Konusu: Re: sarı gelin Alıntıyla Cevap Ver

tesekkürler Zafer,keşke çoluk çocuğa karışmış olabilselerdi hatta torunlari bile olsa ne güzel olurdu değilmi.Yüce Rabbim sevenleri, torunlarinida görmeyi nasip etsin..emeğine saglik gadam

Gün biter gülüşün kalır bende...---->^^KaRaYeL^^
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder

eliferdem

Elmas Üye
Elmas Üye



Kayıt: Sep 06, 2008
Mesajlar: 3901




MesajTarih: 28 Kasım 2008, Cuma 18:02:41    Mesaj Konusu: Re: sarı gelin Alıntıyla Cevap Ver

ANKARA'DA YEDİM TAZE MEYVAYI

Anakara'nın keskin ilçesinin cin ali köyünde 1924 yılında Sefer adında bir erkek çocuk doğar. İlkokulu köyünde okuyan Sefer 15 yaşından sonra ailesinin tüm rençberlik işlerine yardım eder yürütür. Güçlüdür kuvvetlidir Sefer. Köyde herkes tarafından sevilir. 20 yaşına gelince de Seyfli köyünden Hatice yi istetir. Söz kesilir düğün olur evlenirler.

Aradan üç ay geçince Sefer ince hastalık denilen vereme tutulur. Doktorlar bir çare bulamazlar. Taa Ankara lara götürülür ve 20 Haziran 1944 te garip Sefer ölür. Aşağıdaki türkü Sefer için yakılmıştır.



Ankara'da Yedik Taze Meyvayı
Boşa Çiğnemişim Yalan Dünyayı
Keskin'den De Sildirmeyin Künyeyi
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Anamdan Başkası Yalan Ağlasın

Ankara'yla Şu Keskin'in Arası
Arasına Kara Duman Durası
Çok Doktorlar Gezdim Yokmuş Çaresi
Söyleyin Anneme Annem Ağlasın
Babamın Oğlu Var Beni Neylesin

Trene Bindim De Tren Salladı
Zalim Doktor Ciğerimi Elledi
İy- olursun Dedi Geri Yolladı
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Anamdan Başkası Yalan Ağlasın

Benzim İçtim Ciğerlerim Tutuşur
Ağlama Hatice, Sefer Yetişir
Söyleyin Anneme Çalsın Nennimi
Kim Alırsa Alsın Nazlı Gelini

Binmiş Taksiye De Sefer Geliyor
Annesinin Ciğerini Deliyor
Gelin Hatice'yi Eller Alıyor
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Gelin Hatice'yi Kimler Eylesin

Mezarımı Derin Kazın Dar Olsun
Edirafı Lale Sümbül Bağ Olsun
Ben Ölüyom Ahbaplarım Sağ Olsun
Söylen Kardaşıma Çalsın Sazımı
Kadir Mevlam Böyle Yazmış Yazımı


Kaynak:
Ahmet Günday
Bağlama Metodu
Notaları ile Halk Türküleri
ve Türkü Hikayeleri Nisan 1977


ankara lı olarak ankara türkülerinden başladım (:

Yan!" diyorum içime!..." Sadece sen yan! " Ve"Dayan!"diyorum gönlüme!..."Herkes mutlu olsun!... Sen dayan!..
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder

zafersoy

Platinyum Üye
Platinyum Üye



Kayıt: Oct 30, 2008
Mesajlar: 2039
Nereden: TRABZON



MesajTarih: 29 Kasım 2008, Cumartesi 07:05:17    Mesaj Konusu: Re: sarı gelin Alıntıyla Cevap Ver

HEKİMOĞLU TÜRKÜSÜ'NÜN HİKAYESİ

Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir Ailenin çocuğudur. Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok. Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir.

Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır. Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu'na bağlanmıştır. Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir. Üstelik Hekimoğlu'yla görüşmeye başlamıştır.

İşte Bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu'na düşman olur ve ona savaş açar. Hekimoğlu'yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir. Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir. Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına buluşma; yerine gider. Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir. Üstelik adamlarından biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu'nu yaylım ateşine tutar. Ötekiler de çevresini sararlar. Hekimoğlu'yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur. Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur. Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider. Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir. Anasıyla helallaşıp, yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar. Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır.

Hekimoğlu'nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler. Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder.

Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur. Bu yüzden Bey, kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir. Hekimoğlu'nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar. Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu'nu bir türlü ele geçiremezler.

Hatta bir defasında, Beyin adamlarından birinin ihbarı üzerine Hekimoğlu'nun kaldığı evi jandarmalar basıyorlar. Bütün çevre kuşatılmıştır. Evin altında bir fırın vardır. Hekimoğlu fırıncının yardımıyla fırının Ekmek pişirilen yerini arkadan delip kaçmayı başarır.

Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama, Beyin, iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor. Gittiği ev muhtarın evidir. Bu Muhtar, Hekimoğlu'ndan yana görünüyor, oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla

işbirliği içindedir. Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır. Hekimoğlu, Muhtarın puştluğu yüzünden kıstırılmıştır. Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında. Adeta namlular kurşun kusmaktadır. Özetle yaman cenk olur orada.

Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında :

1-Hekimoğlu, çatışma sırasında. çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor.

2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu'ya
kadar geliyor ve burada ölüyor.

Hekimoğlu, tipik bir erdemli başkaldırıcı örneğidir. Haklı bir nedenle dağa çıkıyor. Mertliği, yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halk arasında büyük ün yapıyor. Yoksulların dostu, onları ezen varsılların düşmanıdır.

Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de aynalı martinidir. Hekimoğlu Türküsü'nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen aynalı martinin özelliği şudur. Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor. Çatışmaya girdiğinde, bu aynayı: düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor.

Bu yüzden Hekimoğlu'nun adı aynalı martinle özdeşleşmiştir.


türküler sevdadır

alıntıdır

<div>Ayağın kırıldı diye üzülme. Allah sana belki kanat verecek. <br>Kuyu dibinde kaldın diye kırılma belki oradan bile bir kapı açılır. <br>Yusuf kuyudan sultan oldu.."</div><br>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder

eliferdem

Elmas Üye
Elmas Üye



Kayıt: Sep 06, 2008
Mesajlar: 3901




MesajTarih: 29 Kasım 2008, Cumartesi 11:51:13    Mesaj Konusu: Re: sarı gelin Alıntıyla Cevap Ver

BEBEK

Elmalı'dan çıktım yayan
Dayan hey dizlerim dayan
Emmim atlı, dayım yayan
Bebek beni del eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi


Vakit sabahın seheri. Köyün köpekleri acı acı havlıyor. Düşmana saldırır gibi havlıyor köpekler. Biraz sonra köyde ışıklar yanmaya başlıyor. Köylüler çıralar yakıp, fırlıyorlar dışarı. İlkin ağıllara koşuyorlar. Hırsızlar mı bastı köyü, yoksa kurtlar mı indi dağdan... Belki de Zeybek Karasu'lu geçiyordur köyün kıyısından. Çok geçmeden gün ağarıyor. Her şey ayan beyan görünüyor. Köyün karşısındaki Çatalçam sırtlarına yörükler konmuştu. Bütün sırt koyun sürüleri, deve katarlarıyla doluydu. Kara çadırların önünde, iri isli köpekler kıvrılmış yatıyordu. Yörük kızları, kollarında tulumlar, ağaç bakraçlarla dereye suya iniyorlardı. İlerdeki Boztepe'de dört beş atlı bir şeyler konuşuyorlardı. Bunlar Oba Bey'i ve Obanın ileri gelenleriydi.

Kuşluğa doğru güneş yükselip çadırlara gitmeye başladı. Çamların altına kilimler serildi, minderler döşendi. Kıl poturlu yörükler, yırtmaçlı entarili kadınlar çadırlardan çıktılar. Gölgelere oturdular. Öğleye doğru Yörük Bey'i obaya indi. Çamların alaca gölgesinde, otları, suları gözden geçirdi. Sonra da yanındakilere "Burada fazla kalamayız. Otlar kurumuş, sular çekilmiş. O güne kadar buradan göçüp Seki'ye konaklayacağız" deyip atını mahmuzluyor. Varıp çadırına giriyor, çok geçmeden av kuşamlarıyla çıkıyor dışarı. Atına atlayıp sırtlarına kovuyor.

Köylüler yörüklerin gelişine hem seviniyor, hem üzülüyor. Üzüntüleri şundan ki; yörük deyince akla koyun, deve, keçi, at gelir. Malı bol olur yörüğün. Zaten geçimi de bunun üstüne. Mal da söz anlamaz ki, ekindi, bağdı, bahçeydi girip ziyan verir. Bunun için köylü, yörüğü istemez. Ama, elindeki üzümünü buğdayını satması için de sevinir yörüğün geldiğine. O günde öyle oldu. Köy kızları omuzlarına aldılar sepetleri, üzümüdü, incirdi taşıdılar yörük çadırlarına. Üstelik bayram yakın olduğu için, para gerekliydi herkese.

Fadime de evdeki iki sepet üzümden birini yüklendi omzuna. Yetim kardeşlerine bayram giysileri alacaktı üzüm parasıyla. Bir yandan alacaklarını düşünüyor, öte yandan dilinde türküsü çadırlann bulunduğu Çatalçam'a doğru yürüyordu. Çadırlara yaklaşırken, obanın köpekleri havlayıp, sardılar çevresini. Ne yapacağını şaşırdı ilkin. Sonra yanındaki taşa ilişti gözü. Sıçrayıp taşın üstüne çıktı. Bir yandan da bağırıyordu. Çok geçmeden, en yakın çadırdan yaşlı bir kadın çıktt. Köpekler huylandı. Fadime'yi taşın üstünden indirip çadırına aldı. Bir yandan soğuk ayran; bir yandan höşmerim sundu konuğuna. Biraz sonra da Oba Beyi geldi atıyla. Avladığı keklikleri uzattı anasına. Sonra da atını bağlayıp, girdi çadırına. Fadime'ye ilişti gözü. Anası "Yanıkhan'dan üzüm getirmiş satmaya. Köpekler çevirdi de zor kurtardım" dedi. Beyin bakışlan Fadime'nin iri kara gözlerine takıldı. Bir süre ayıramadı. Sonra, "Üzüm kaç okka?" dedi. Fadime, utangaç utangaç "Çekilmedi" dedi. Oba Bey'i "on okka saysak nasıl olur?" deyince "Hayır on okka geçmez. Hak geçer" diye cevapladı. Bey "Bizim okkamız, terazimiz yoktur. Biz de el ölçü, göz terazidir. Benim gözüm o kadar tuttu. Eksiği artığı varsa, birbirimize helal ederiz deyip parayı uzattı Fadime'ye. Sonra yola kadar uğurladı. Bir yandan da "Senin üzümlerin çok iyi. Yine getirsen alırım" diye tenbihledi. Fadime de; "Bir sepet daha kaldı. Onu da bayram sonu getiririm" deyip seke seke indi bayırı. Bey arkadan baka kaldı. Çadırına döndüğü zaman içinde bir eziklik, gönlünde bir hoşluk duydu. Kendince kurdu Fadime'yi. Nasıl da ceylan gibi seke seke koşuyordu. Ya o kaş, o göz. Bizimkilere hiç benzemiyor diye, alıp verdi, alıp verdi. Anası, oğlundaki bu değişikliği farketmedi ilkin. Ama öyle dalgınlaşmıştı ki Bey. Anasının söylediklerini duymuyor, dalıp dalıp gidiyordu. Anası "Oğul n'oldu sana? Dediklerimi duymuyorsun. Ne dediğini de bilmiyorsun. Köy kızı aklını mı çeldi, nedir?" Bey, "Yok be ana. Güzel bir kız ama, bilmem ki" diyor.

Bir yandan bilmem ki diyor, öte yandan av bahanesiyle Fadime'nin köyüne iniyor sık sık. Gözleri onu arıyor. Anası tümden karşı bu işe. Nedeni de: aşiret töresine aykırı. Daha Kıroba Aşireti'ne yabandan kız girmemiş. Obanın erkeği, obanın kızıyla evlenmiş o güne dek. Hem oğluna, dayısının kızını almayı kurmuş anası. Kızın anasıyla da konuşmuş meseleyi. Şimdi bu köy kızı araya girerse, işler tümden bozulacak diye düşünüyor.

Gün günü eskitip, bayrama ulaşıyor. Bayrama ulaşıyor ya, aşiret arasında da homurtu dolaşıyor giderek. "Biz buraya on günlüğüne konmuştuk. Bu gün onbeşinci gün oluyor. Daha hareket yok. Bey'den ses çıkmıyor. Sürüler otlaktan aç dönüyor. Kimi hayvanlar zehirli ot yeyip ölüyor. Daha ne kadar bekleyeceğiz burada". Dalga dalga yayılıyor söylenti. Varıp Oba Beyinin anasının kulağına ulaşıyor. Anası çekiyor Bey'i çadıra. "Oğul aşeritte ikilik oldu. On günlüğüne konmuştuk, on beşi geçti. Ne suyu su; ne otlağı otlak. Daha ne bekliyoruz burada".

"Hele birkaç gün daha sabretsinler, bizim de bir düşündüğümüz var" deyip kesiyor anasının sözünü Bey. Oba töresi böyle. Kimse de ağzını açıp itiraz etmiyor. Beyin aklı da Fadime'de. Bayram geçince üzüm getirecekti. Daha görünmedi, diyor kendi kendine. Gözleri de köy yollarında. Derken bir sabah görünüyor Fadime. Yanıkhan'dan Çatalçam'a çıkan yolda görünce Fadime'yi, bir koşu varıp karşılıyor Bey. Karşılıyor da omuzunda ki sepeti alıyor. Çadıra yürüyorlar. Obadakiler şaşkın. Oba Bey'inin bir köy kızının ayağına koşmasını kimse iyi karşılamıyor. Anası, Fadime'nin çadıra girmesiyle suratını asıyor. Yarım ağız "hoş geldin" deyip, işine dalıyor. Fadime şaşıp kalıyor. İlk gelişindeki izzet ikram nerde, şimdiki surat asıklığı nerde? Sıkılıyor Fadime. Tatlı dil, güler yüz görmediği çadırdan kaçmak geçiyor aklından. Oba Bey'i durumu anlıyor. Sevdiği ile saydığının arasında Bey. Anasına bir şey diyemiyor. Fadime'ye sadece mahcup mahcup bakıyor. Sonunda, sepetteki üzümü boşaltıp, para kesesindeki tüm parayı boşaltıyor avucuna Fadime'nin. Fadime şaşkın,aldığı parayı avuçlayıp çıkıyor çadırdan. Ağır ağır iniyor Çatalçam'ı.

Öte yandan Bey'de bir keder, bir üzüntü. Söylemeye başlıyor kendi kendine:
Yaylaları yuvalı
Güzeller yaylalı
Fadime gibi görmedim
Anamdan doğalı


Anasının korktuğu başına gelmişti. Fadime'ye tutulmuşlu oğlu. Onun sevda türküsüne, maniyle karşılık verdi:
Ben bu yaylara yayla mı derim
Başı pare pare kar olmayınca
Ben böyle güzele, güzel mi deriim
Aslı türkmen, soyu bey olmayınca


Böylece Bey'in gönlünü Kıroba'ya çekmek istiyor. Ama Bey hiç oralı değildi. Sanki kendine söylenmiyordu. Varsa Fadime, yoksa Fadime. Fırsatını bulunca da tüfeğini omuzlayıp, köy yolunu tutuyordu. Köy çocuklarından öğrendiği Fadime'nin evinin önünden geçiyor, belki görürüm umuduyla, dolanıp duruyordu köy yollarında. Köy gençleri tedirgin. "Bey'se beyliğini bilsin. Yabanın yörüğü kızlarımızla dalga geçmesin" diyorlar. Köy büyükleri bakıyor ki işin tadı kaçık. Fadime'nin yüzünden, köylülerle yörükler birbirine girecek. "Bir çare bulalım" diyorlar.

Öte yandan Bey'in anası da oba büyüklerini çadırında toplayıp durumu olduğu gibi anlatıyor. O güne dek, Kıroba soyunda görünmeyen bu durum, tüm obadakileri derinden üzüyor. Söyleniyorlar "Obada erlik yufkalaştı mı? Yangınlık yanımızdan geçmezdi. N'oluyor törelere" diyor kimisi; kimi de "Köylü kancığı göçebeye gerekmez. Çarığı çayda kalır köy kızının" diye karşı çıkıyor. Sonunda Oba Beyi'nin amcası kalkıyor ayağa. Ağır ağır, tane tane konuşuyor. "Obaya antlıyız. Suyun akıntısına gidelim. Bunu bilip, bunu hayır belleyelim. Bey'imizi isteğiyle everelim. Obanın ayağı bağdan kurtulsun" deyince herkes boyun eğiyor. Kimse karşı çıkmıyor. Kıroba Aşireti'ne ilk kez yabandan bin kızın gelmesi, böylece kabul ediliyor obada.

Anası, haberi Beye ulaştırınca çok seviniyor Bey. Seviniyor da tez elden köy im----- haber salıp, çağınıyor. Fadime'nin istenmesi, düğün, nişan işini imamsa bırakıyor Bey.

Fadime derseniz, olan bitenden habersiz. Başında büyüğü de yok. Kendinden küçük iki kardeşiyle kalıyor. Üç-beş dönümlük bahçesini de köylünün yardımıyla ekip yetiriyor. Oba Beyi nin kendisine talip olacağını aklından bile geçirmiyor. Ne zaman ki, imam koşa koşa gelip "Müjdemi isterim: Oba Bey'i, Allah'ın emriyle talip oluyor sana" deyince anlıyor meseleyi. Anlıyor da bir şaşkınlaşıyor, bir donuyor. Ne diyeceğini bilemiyor. Ama hangi kız istemez, anlı şanlı Kıroba Aşireti'ne gelin olmayı.

Fadime durumu öğrenince şaşkınlaşıyor ilkin, susuyor. Köyünü, alıştığı çevresini, kardeşlerini düşünüyor. Üç-beş hısım akrabadan başka, başında büyüğü de yoktur Fadime'nin. Sahipsizliğini, yoksulluğunu düşününce, için için seviniyor.

Köylü derseniz "Başına talih kuşu kondu. Kime kısmet olur böylesi. Koca Kıroba Aşireti'nin gelini olacak. Bir eli yağda, bir eli balda. Develer, koyunlar, keçiler sürü sürü. Kısmetli kızmış Fadime" diyor kimi. Kimi de : "İnsanın sonu iyi gelsin. Anasız babasız yetimleri büyüttü. Onlara analık, babalık yaptı. Tanrı gönlünce verdi. Sonu da iyi oldu Fadime'nin" diyor. Köy Muhtarı ile imamı da ortalığa düşüp, işi tez elden bitirmeye çalışıyortar. Fadime'nin hısımlarıyla konuşuyorlar. Rızalık altyorlar. Sonunda köyün büyükleriyle, obanın ileri gelenleri bir araya gelip, Allah'ın emriyle istiyorlar Fadime'yi. Düğün gününü kararlaştırıyorlar. Yörük düğünü de düğün olur hani. Bir yandan davul zurnalar; bir yandan çengiler... Sonunda Yanıkhan'lı Fadime, Kıroba Bey'in çadırına gelin ediliyor. Fadime'ye gelinlik yakışıyor. Güzelliğine güzellik katılıyor. Obadakiler buruk. Kimisi "Yarın görürüz Fadime'yi. Yörüğün göçüne dayanamaz, ilmik ilmik dökülür. Ne deveyi ıhtırır, ne tuluğu şişirir.. Koyunu keçiyi de yörük kadar bilmez köy kızı" diyor; kimi de, "Bey'in kaderi böyleymiş. Eliyle etti, boynuyla çeksin. Olan oldu." deyip işi oluruna bırakıyor. Üç gün, beş gün, bir hafta, on gün daha kalıp, çadırları yıkıyor Kıroba Aşireti. Aşiret dediğin bir yerde oturup kalamaz. Yem, yiyecek tükenir. Mallar toprağa saldırır yoksa. Açlık, hastalık getirir sürüye. Kırım kırım kırılır mallar. Onun için sık sık yer değiştirir yörük. Otlağın yeşilini, suyun bolluğunu seçip konaklar. Çatalçam sırtlarını da zaten kel etmiştir hayvanlar. On günlüğüne konup Fadime'nin yüzünden takılır kalmıştır oba.

Oba yükü yükler. Develer katar olur, sürüler yola dizilir. Fadime'yi tutar bir ağıt. Kolay mı doğup büyüdüğü, koşup oynadığı köyü terketmek. Dostu ahbabı, hısmı, arkadaşı bir bir dolaşıp, helallık alıyor. Teselli buluyor. "Nasıl olsa döner dolaşır, yine gelirsiniz. Yörüğün konağı olmaz. Çatalçam'ın suyu kurumaz, Bozpete'nin yeşili solmazsa yolun uğrar buraya. Vargit yolun açık olsun. Bizi unutma. Gelenle haber ilet, gönlünde yaşat bizi "deyip teselli ediyorlar. Fadime kardeşlerini de alır, koyulur yola.

Şurası senin, burası benim dolanıp durur Oba. İlkin zor gelir Fadime'ye. Ama zamanla alışır. Tam bir yörük olur. Kaynanasıyla da arası düzelir.Obadakiler de sever sayar Fadime'yi. Kocası derseniz, araları çok iyi. Bir güne bir gün, kötü söz duymuyor kocasından. Yazın yaylaya çıkıyor oba, kışın da ovaya iniyor. Günler su gibi akıp gidiyor. Üç yıl, göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçiyor. Üç yıl geçiyor ya, Fadime'de bir şey yok daha. Yani ki doğurmuyor. Obayı bir dedikodu sarıyor. "Fadime kısır, doğuramaz" diyorlar. Kaynanası ilkin karşı koyuyor dedikodulara. Sonunda o da mırıldanmaya başlıyor. "Soyumuz sopumuz kuruyacak. Neslimiz tükenecek. Şunca yörüğü bıraktı da, köy kızıyla evlendi. Muradımızı gözümüzde koyacak" diye dövünüyor anası. Oba kızları da "Oh olsun. Bunca yörüğü bıraktı da, köy kızı getirdi. O da kısır çıktı" diyor. İçin için yıkılıyor Fadime. Alıyor veriyor, alıyor veriyor. Elinden bir şey gelmiyor ki. Adaklar adıyor. Muskalar yazdırıyor. Ama boş. Kimden bir umutlu söz duysa koşuyor yanına. Konuşuyor da okutup üfletiyor, yazdırıp takıyor boynuna. Ama boş. Kimsenin yüzüne bakamıyor obada.

Gelip evliliğin yedinci yılına dayanıyor. Dilediği de yedinci yılda gerçekleşiyor. Fadime'nin yüklü olduğu, kulaktan kulağa dolaşıyor obada. Beyin keyfine diyecek yok. Anası derseniz, soğuktan sıcağa vurdurmuyor elini. "Sen yüklüsün, işleri bırak. Kıran girmedi bunca aşirete. Çalışıp yetirsinler' diyor. Sık sık konup göçmeyi de bırakıyor aşiret. Çobanlar sürüleri uzak kırlarda otlatıp, akşam olunca getiriyorlar obaya.

Uzun sözün kısası, vakti saati gelince, nur topu gibi bir oğlu oluyor Fadime'nin. Üç gün üç gece şenlik yapıyor oba. Yeniliyor, içiliyor. Davarlar kurban ediliyor, kazanlar kaynatılıyor. Oğlunun adını "Ali" koyuyor Bey. Babasının adı yerde kalmasın istiyor. Ali de Ali! Topaç gibi. Bir seviyor ki anası, yerlere kondurmuyor. Ali'nin kırkını geçince, göçe karar veriyor oba. Ne zaman ki kırk gün doluyor, törenle yıkıyorlar çocuğu. Leğenine gül suyu döküp, kırkduası okuyorlar üstüne. Ertesi gün sabahına da yol hazırlığına başlıyor oba. Denkler denkleniyor; yükler yükleniyor. Develer katarlanıp, koyunlar sürüleniyor. Akşama doğru da oba tüm hazırlığını tamamlayıp, yola koyuluyor. Develerin en yükseği, en başı yumuşak olanı da Karamaya. Fadime, Karamaya'yı bir güzel tımar ettiriyor, süslüyor. Dizlerine takurdaklar, boynuna büyük havan çanını takıyor. Ak kundağında uyuyan bebeğini de bir ala kilime sarıp, çadırın eşiğinde duran yeşil çam beşiğe yerleştiriyor. Beşiği de devenin havut ağacına asıyor. Koyuluyorlar yola. Karamaya'nın ipi, Fadime'nin elinde.

Akşamın serinliğinde yolculuğun tadı başka olur. Hele yol, iki tarafı ağaçlık, yemyeşil bir yol olursa. Hele hele yol boyunca, ala kargalar, akşam kuşları, sığırcıklar, serçeler vızır vızır gezerse katarın üstünde, doyum olmaz yolculuğa. Doyum olmaz ya; Fadime de oğlunu göresiyor. Karamaya'yı ıhtınp, doya doya öpmek sevmek geliyor içinden. Ama, yol ağaçlık, karanlık üstelik. Bekliyor ki sabah olsun. Sabaha da bir şey kalmadı. Elmalı'ya konacak oba. Bey önceden gidip, konak yerini seçecek, obayı da orada bekleyecektir. Sabah oldu olacak. İki köpek sesleri duyuluyor. Biraz sonra da Elmalı görünüyor. Oba ağır ağır giriyor Elmalı'ya. En arkada da Fadime'nin devesi Karamaya var. Fadime sabırsız. Bir an önce deveyi ıhtırıp, oğlunu kucaklamak istiyor. Oba hareketli. Herkes devesini ıhtırıp, yükünü boşaltıyor. Gök çimenlerin üstü ana-baba günü. Bir yandan ak sürüler dönüyor, bir yandan güzel yürük kızları sağa sola koşuyor. Fadime de ağır ağır ıhtırıyor, ıhtırmasıyla da haykırıp bağırması bir oluyor.

"Yavrum Ali'm yok. Ali'min beşiği boş. Ali'm yok" diye feryat ediyor, herkes ona koşuyor. Bakıyorlar gerçekten Karamaya'nın havut ağacına asılı olan beşiğin içi boş. Yeller esiyor Ali'nin yerinde. Fadime saçını başını yolmaya başlıyor. Oba büyükleri tez elden atlarını döngeri edip yollara düşüyor. Emmiler, dayılar düzülüyor yola. Kimi atlı, kimi yayan, dönüp yolları tarıyorlar. Dayı al atını herkesten önde sürüp, aralıyor diğerlerini. Fadime de yayan yapıldak düşüyor yollara. Geçtikleri yollarda umudu. Bir yandanda ağlıyor. Hem ağlıyor, hem söylüyor. Bebek oy, diyor. Ninni diyor. Diyorda diyor.

Gün akşama yakınken, dayı Çiçek Dağı'nı tutuyor. Tutuyor ki, yol karardı kararacak. Yol boyu da sıra sıra ağaçlar. Ağaçların üstünde de kuşlar. Allı yeşilli cıyak cıyak kuşlar. Ta uzaklardaki bir ağacın tepesinde de bir küme kuş. Ama alıcı, yırtıcı kuş bunlar. İnip inip kalkıyorlar ağacın üstüne. Dayı mahmuzluyor atını. Bir solukta varıp ulaşıyor ağaca. Varıyor ki, ne görsün. Bebeğin kundağı bir ağaçta asılı. Bebeğin sarılı olduğu kilim, kanlar içinde sarkıyor ağaç dalından. Kol bezi dolanmış kalmış ağaç dalına. Kuzgunlar, leş kartalları da inip inip kalkıyor ağaca.

Dayı atıyla ağacın yanına vardığt zaman, artık bebek eski bebek değildir. Bebek demeye bin şahit gerek. Bebek gözsüz olur mu? Göz yerinde iki oyuk kalmış sadece. Derileri de lime lime. İlkin sarsılmış dayı. Sonunda toplamış kendini. Arkadan gelen Fadime'yi döşünmüş. Tez elden bir çukur kazıp, gömmüş bebekten kalanları. Bir tek kol bezi asılı kalmış dalda. Sonra da döndürüp sürmüş atınt. Çok gitmeden karşılaşmışlar Fadime'yle. Anlatmış durumu dayı. Atına terkileyip, sürmüş obaya. Terkilemiş ya, Fadime feryat fıgan içinde.Obada herkes yaslı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Bey derseniz, konak yerine dönmemiş daha. Habersiz olanlardan. Beyin anasının elleri dizlerinde. Arada bir de başını döğüyor. Fadime yerden yere atıyor kendini. Sonunda gözlerinden ırayıp bir kuytuya çekiliyor.

Derler ki, obadaki son günü oldu bu Fadime'nin. Akşamın karanlığında, el ayak çekildikten sonra, ortalardan kayboldu Fadime. Bir daha da gören olmadı. Ama bebeğin asılı kaldığı ağacın yakınından geçenler günün her saatinde, yanık içli bir kadın sesinin ağlayan, ağlatan yankılarını duydular uzun süre. Bu, oğlunu yitirdikten sonra, delirip dağlara düşen Fadime'nin sesidir diyor duyanlar.

Elmalı'dan çıktım yayan
Dayan hey dizlerim dayan
Emmim atlı, dayım yayan
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi

Kol bezin dalda bulduğum
Adını Ali koyduğum
Yedi yılda bir bulduğum
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi

Gökte yıldızlar ışılar
Kuzgunlar üleş bölüşür
Çadırda düşman gülüşür
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi

Deve var deveden yüce
Deveyi yüklettim gece
Nic' edeyim aman nice
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi

Kaynanam samur kürklü
Develeri kahve yüklü
Yad-yaban değil Yörüklü
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi

Çadın cibiş kılından
Pazvandı çıkmaz kolundan
Kurtulamam ben dilinden
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi

Tuzladan aldım tuzunu
Akdağ' a serdim bezini
Kargalar m'oydu gözünü
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi

Ak memeden sütler akar
Kavim kardaş yola bakar
Yasımız obayı yıkar
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi

Deveyi deveye çattım
Yuları boynuna attım
Bebeği dağlara attım
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktt kül eyledi

Ala kilime sardığım
Yüksek mayaya koyduğum
Yedi yılda bir bulduğum
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi

Havada kuzgun dolaşır
Kargalar leşi bölüşür
Kara haberi ulaşır
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi

Tabancamın ipek bağı
Baban bir aşiret beyi
Kanlım oldu Çiçekdağı
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi


Kaynak:
Yaşar Özürküt
Öyküleriyle Türküler 1
İstanbul, 1999

Yan!" diyorum içime!..." Sadece sen yan! " Ve"Dayan!"diyorum gönlüme!..."Herkes mutlu olsun!... Sen dayan!..
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder

zafersoy

Platinyum Üye
Platinyum Üye



Kayıt: Oct 30, 2008
Mesajlar: 2039
Nereden: TRABZON



MesajTarih: 02 Aralık 2008, Salı 04:13:47    Mesaj Konusu: Re: sarı gelin Alıntıyla Cevap Ver

ÇÖKERTME TÜRKÜSÜ

Memleketin keşmekeş içinde olduğu, işgal ordularının yurdu parsellediği yıllardı.Ege ‘de Yunan var.Eli silah tutan tüm gençlerin bellerinde pistov, ellerinde Rus filintası, sırtlarında yatakları, dağları, taşları, ovaları mesken tuttukları yıllar...Küçük Menderes ‘ten, Köyceğiz’e, Denizli ‘den Bodrum’a her karış toprakta onların alın teri.

Bir yandan işgalcilerle boğuşuyorlar, bir yandan da devletin seçip gönderdiği yöneticilerle.Bir yandan düşmanı kovalarken diğer yandan da işbirlikçilerle boğuşuyorlar.İşte o yıllarda Halil adlı yiğit bir delikanlı vardı.Mertti.İyi silah kullanır, üç kuruşluk mevkiye boyun eğmezdi.Çam yarması gibi, kaşı gözü ,eli yüzü düzgün, cesurdu.Yiğitliği de dillerdeydi.Bir de “Bodrum kaymakamı” vardı.Halk düşmanı , astığı astık, kestiği kestik.İstanbul ‘un da gözde adamı.Adına da “Çerkez Kaymakam “ derlerdi.Halk arasında “Kalleş Kaymakam” Bir eli yağda bir eli balda.Sandal sefaları, gece alemleri...Etrafında etek öpenler, fedailik yapanlar...Milletin kıtlıktan kırıldığı günlerde yağlı ballı yemeklerle donatılmış sofralar...

Bir de güzelliği tüm yörenin dilinde Çakır Gülsüm vardı.Bitez yalısında otururdu.Sahilde şipşirin bir köy.Köyün yakınlığından adına “Bitez yalısı” demişler.Herkes güzel Gülsüm ‘ü yiğit Halil ‘e yakıştırıyordu.Gülsüm adı Halil ‘le beraber anılırdı.Bunca dillenen güzellik Bodrum Kaymakamının kulağına da ulaşmıştı.Etrafındaki dalkavuk çömezler kaymakamın kulağını doldurmuşlar.”Gülsüm güzel kız.Saraylara layık.Halil gibi baş kaldırmış bir eşkıyanın eline düşerse yazık olur.Sen evet de on Gülsüm getirelim sana.Zaten Halil dağda, çetelerle dolaşıyor.” diyerek şişirmişler.Amaçları kaymakama yaranmak, hem de çıkarlarına taş koyan Halil ‘e zarar vermek...

Çerkez Kaymakamın ‘ın çok hoşuna gitmiş bu düşünce .Hem güzel Gülsüm’e sahip olacak, hem de büyüklerinin kulağına gitmiş bir efenin nişanlısını kaçırıp daha da yaranacak onlara.Kaymakam Bitez yalısına göndermiş kolcularını.Bir feryat, bir figan sarıp sarmalıyıp götürdüler Gülsüm ‘ü.Gülsüm ‘ün apar topar içine atıldığı sandal kıyıdan uzaklaşmak üzereyken çökertme tarafından hızlı hızlı gelen sandal göründü.Sandalın kürekleri kanat gibi açılıp kapanıyordu.Bir yanda kaymakam kolcularının sandalı bir diğer yanda da Bitez yalısına girdi girecek olan Halil’in sandalı.Yanında en güvendiği arkadaşı İbrahim Çavuş.İbrahim Çavuş asılmış küreklere, Halil ise ayakta gözünü siperlemiş eliyle kolcuları gözlüyor.Millet sahile dökülmüş yürekleri ağzında seyrediyor onları.

Halil’in sandalı uçuyor gibi.İki sandal burun buruna geldi vuruşma başladı.Patlayan silah sesleri.Ve ardından Gülsüm’ün figanı.İbrahim Çavuş’un figanı. İbrahim Çavuş kapanmış sandala haykırıyordu.”Gitti.Yiğit Halil gitti.Vurdular Halil’i.Kalleş Kaymakamın adamları vurdu Halil‘i.

Kolcuların sandalı Bodrum’a hızla Gülsüm ‘ü götürürken, Halil’in sandalı da ağır ağır sahile yaklaşıyordu.Sonra sandaldan çıkardılar Halil’i.Oluk oluk kan akıyordu. İbrahim Çavuş’un kollarında verdi son nefesini.Sonra kalabalığı bir uğultu sardı.Bir hıçkırık, bir gözyaşı seli.Bunların arasından da yanık içli bir ses yükseldi.Ağlayan,ağlatan...


Çökertme'den Çıktım Da Halil'im
Aman Başım Selâmet,
Bitez De Yalısına Varmadan Halil'im
Aman Koptu Kıyamet.

Arkadaşım İbram Çavuş
Allah’ıma Emanet,

Burası Da Aspat Değil Halil'im
Aman Bitez Yalısı,
Ciğerime Ateş Sardı,
Telli Kurşun Yarası.

Güverte De Gezer İken
Aman Kunduram Kaydı,
İpekli Mendilimi Halil'im
Aman Mor Rüzgâr Aldı.

Çakır Da Gözlü Gülsüm'ümü
Aman Kolcular Aldı,

Gidelim Gidelim Halil'im
Çökertme'ye Varalım,
Kolcular Gelirse Halil'im
Nerelere Kaçalım.

Teslim Olmayalım Halil'im
Aman Kurşun Sıkalım


türkülerin hikayesinden alıntıdır

<div>Ayağın kırıldı diye üzülme. Allah sana belki kanat verecek. <br>Kuyu dibinde kaldın diye kırılma belki oradan bile bir kapı açılır. <br>Yusuf kuyudan sultan oldu.."</div><br>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder

eliferdem

Elmas Üye
Elmas Üye



Kayıt: Sep 06, 2008
Mesajlar: 3901




MesajTarih: 02 Aralık 2008, Salı 10:14:16    Mesaj Konusu: Re: sarı gelin Alıntıyla Cevap Ver

BEN DE GİTTİM BİR GEYİĞİN AVINA (ALAGEYİK)


Ben de gittim bir geyiğin avına,
Geyik çekti beni kendi dağına,
Tövbeler tövbesi geyik avına,

Gidin arkadaşlar kaldım kayada,
Siz gidin kardaşlar kaldım burada.

Tövbe ya... Tövbe ki, tövbe! Yalnız geyik avına mı tövbe. Yoksa dağların doruklarına, kırların yeşiline, havaya, suya mı bu tövbe? Tüm güzelliklere mi tövbe. Eee ne dersin. Bir kez ecel elini atmaya görsün. Gençlik, nişanlılık, yakışıklılık para eder mi? Sebep? Sebep dizi dizi. Kimini bir çukura düşürür; kimini bir kayadan uçurur. Kimi bir yağlı kurşuna göğüs verir, kimi yele sele gider. Sonra da türkülerin diline takılır, yıllar sonrasına taşınır olay.

Öykümüz Toroslarda geçer. Toroslarda geçer ya, çukurun bitip, tepelerin başladığı; Güneyin bitip, Güneydoğunun başladığı kesiminde Torosların. "Gavurdağları" derler buradaki Toroslara. Düz ovayı geçip, Antep - Maraş yolunu tutanlar, bu dağlardan geçmek zorundadır. Zorundadır ya, geç geçebilirsen. Mübarek dağ değil, zulüm kalesi sanki. Alttan bakarsın sipsivri bir tepe. Sağına bakarsın dağ; soluna bakarsın dağ. Kıvrım kıvrım Gâvurdağı'nın tepesine tırmanmak zorundadır, bu dağı geçmek isteyenler. Bir yanından girilir dağın; döne döne tepesine gelinir. Yine döne döne inilir tepe aşağı doğru. İnilir ama sağı uçurum, solu uçurum. Sivri sivri kayalar var sağda solda. Başı döner insanın kayalara bakarken. Şöyle bir taş parçası alıp atsan aşağı, un ufak olur da, bir uçurumun dibinde dağılır kalır.

Sözün özü; şimdi yol yolak yapılıp, geçit olmuştur Gavur Dağları ama, vakti zamanında ala gözlü cerenler, çatal boynuzlu geyikler, kınalı keklikler, turaçlar cirit atarmış bu dağlarda. Kekliğin "Keklik Kayası" geyiğin "Geyik Dağı" varmış. Uçurumları, mağaraları da bir bir bilirmiş hayvancıklar.

Eee bir dağda keklik olur, ceren olur, geyik olur da, avcı el atmaz olur mu oraya? Adım başı bir uçurum olsa; ve de uçurumun sonu ölüm olsa, avcı avcılığını yapar. Düşer avının peşine. Düşer ya; eğer avcı gerdeğe girecek bir gençse; eğer nişanlısı onu gerdek odasında bekliyorsa, biraz dikkatli olmalı avcı değil mi? Ne gezer. Eğer öyle olsaydı, günümüze kadar gelen "Alageyik Efsanesi", dilden dile dolaşmaz, gönülden gönüle bir burukluk bırakıp gitmezdi.

Halil, dal gibi bir genç. Bir de atıcı ki ehh! İşi, gücü geyikler Halil'in. Sırtlandı mı tüfeğini omuzuna, ver elini Gavur Dağları. Bir gün, beş gün olsa neyse ne! Bir hafta, on gün dağda kaldığı oluyor Halil'in. Gelgelelim geride bir anası, bir de nişanlısı var Halil'in. Bir nişanlı ki, melek gibi. Halil'e de çok bağlı. Ödü kopuyor Halil dağa gidecek de gelmeyecek diye. Anası derseniz, hepten karşı Halil'in geyik avına gitmesine. Ne zaman ki Halil azığını hazırlayıp atın terkisine atar heybesini; anası yapışır yularına atın; "Ey oğul oğul. Gel vaz geç şu geyik avından. Yuva yıkanının yuvası olmaz. İflah olmazsın. Sonu iyi gelmez. Gel vaz geç. Bak baban da bu yüzden iflah olmadı. Ne yapacaksın bunca geyik postunu. Yüreğim razı değil. Atalar geyik avı tekin değil demiş. Bugün olmazsa; yarın bir iş gelir geyik avlayanın başına. Kurbanın olam oğul, terk et bu işi".

Halil'dir tutkun ava. Hiç durur mu? Atlar atma; atlar ya, anasını da kırmaya gönlü razı olmaz. "Ana, bu son olacak. Bir daha söz olsun geyik avına gitmek yok. " Bakar olacağı yok, ardmdan seslenir anası. "Oğul oğul. Madem ki inat ediyorsun. Bari yavru geyiklere, yavrulu geyiklere kurşun atma. Yuvalarını yıkıp, öksüz koma."

Bir yandan anası, bir yandan Zeynep. Ne kadar yalvanr yakarırlar ama boş. Caydıramazlar Halil'i geyik avından. Her seferinde "Bu son olacak. Tövbeler olsun artık geyik avına" der, sonra yine bildiğini okur Halil. Hele iyi bir av yapıp, yüklendi mi sırtına geyikleri, kınalı keklikleri; deyme keyfine. Köyün orta yerine bir ateş yakarlar. Bir ateş ki, dumanı gökleri tutar. Ne zaman ki alev biter, köz olur odun; atarlar geyikleri üstüne, bir şenlik, bir şölen. Bir hay hay, bir vay vay karışır gider birbirine. Tüm köylü birlik olup, çevirir ateşin etrafırıı. Güle eğlene yerler geyik etlerini. Yerler de bir yandan da Halil'in avcılığını övgülerler. "Bravo arkadaş. Şu koca Çukur'da yoktur senin gibisi" der kimi; kimi de "Zeynep sana helal olsun. İyi avcı olduğun ondan da belli" diyerek yarenlik eder Halil'le.

Ama her zaman rastgelmez Halil'in işi. Gün olur, dağ bayır dolaşır da, bir tek geyik vuramaz. Hele bir Alageyik var ki, aman aman!

Ne zaman ki, bu Alageyik çıksa karşısına, o gün hiçbir av yapamaz Halil. Alageyik dersen bir başka geyik. Kurnaz. Çevik. Canlıkanlı bir geyik bu Alageyik. Çıkar bir kayanın başına, "gel beni vur" der gibi döş verir Halil'e. Halil'dir yatar sipere. Tam nişanlar geyiği. Gez göz arpacık, demeğe kalmadan geyik kayıp! Bir de bakar ki, arkadaki kayaya geçmiş Alageyik. Döner Halil. Sürünerek yaklaşır. Yatar sipere. Ne mümkün! Kayalardan kayalara zıplar da sonunda kaybolur gider Alageyik. Halil fellik fellik kovalar Alageyiği. Sonunda yorgun düşer, uzanır bir ağaç gölgesine. Sözün kısası, Alageyiğe rastladığı gün tek kurşun atamaz Halil.

Böylesi günlerde, geyikler üstüne duyduklarını düşler bir bir. Bazı geyikler tekin değilmiş Cinler mi, periler mi geyik kılığına girer de dağdan dağa koşuştururmuş avcıları. Alageyiğe rastladığı gün Halil bu geyiğin de tekin olmadığını geçirir içinden. Bırakmayı düşünür avcılığı. Bırakmayı düşünür ya, av tutkusu kor mu tüfeğini duvara assın. Alageyiğin tekin olmadığına inanır aslında. İnanır ama, rastladığı zaman da kovup kovalamaktan geri durmaz. Önündeki kayadan kaybedip, arkadaki kayadan görünce Alageyiği, iyice inanır onun tekin olmadığına. Bir yandan da peşinden at kovar. Zeynep'in yalvarılarını en çok böylesi durumlarda ansır. Ve söylenir kendi kendine "Hele bir düğün olsun. Bırakırım avı. Zaten bu geyikler tuhaf yaratıklar. Anlamadım gitti."

Günlerden bir gün, Halil yine tüfeği omuzunda, atının sırtında tırmanmış kayalara. Bir de ne görsün, tam karşısındaki kayanın üstünde duruyor Alageyik. Yanında da bir yavru. Bir yavru ki, daha boynuzları çıkmamış. Tüyleri pırıl pırıl. Acemi. Ürkek.

Halil dar atmış kendini attan aşağı. Siperlemiş kayayı. Basmış tetiğe. Yavru debelenmeye başlamış. Tüfeğini Alageyiğe çevirmiş Halil bu kez. Çevirmiş ama, Alageyik zıplayıp kaybolmuş birden. Varmış, sırtlamış yavru geyiği, dönmüş köyüne. Dönmüş ya, anası açmış ağzını, yummuş gözünü. "Anayı yavrudım ayıran iflah olmaz. Bu son olsun, vazgeç oğul" diye yeniden yakarmış. Ne derse boş! Olan olmuş. Halil de pişmanlık duymuş aslında. Ama, ne gelir elden. Bu efsaneyi anlatanlar der ki, Halil epey bir zaman ava gitmedi. Ta ki, düğün gecesine dek. Davulların, zurnaların eşliğide gerdeğe girdiği geceye kadar, tüfeğine el sürmedi Halil. Sürmedi ama, gözü gönlü dağlarda. Kulakları geyik sesinde. İlk özlemi, Zeynep'ine kavuşmak, ikincisi de geyik avı. Bu iki özlem öylesine karışır ki bazen, koparıp atamaz birbirinden. Gün günü eskitir; özlem özlemi kamçılar. Ve gelir düğün gününe dayanır. Dayanır ki, bir yanda davullar zurnalar; öte yanda saz söz. Üç gün; üç gece sürer düğün. Erkekler bir yanda halay çekip lorke oynarken; kadınlar da kendi aralarında eğleniyorlar. Maniler söyleyip, oyunlar oynuyorlar. Dağdan taşınan odunlar, gece yığılır köy meydanına... Bir ateş yakılır; sinsin ateşi. Sonra da sinsin oynanır etrafında ateşin, güreşler tutulur.

Üçüncü günün akşamı, güvey tıraşı yapılır. Ağır ağır tıraş eder güveyi berber. Bir yandan da kabak kemane, debildek çalar çengiler. Güvey tıraş edilirken, töreler gereği herkes bir bahşiş karşılığı şişelerle kolonya serper seyircilere. Ama bu bahşiş dolgun bir bahşiştir. Güveyin yakınları, arkadaşları daha çok bahşiş atmak için yarışırlar birbirleriyle. Güveyin tıraşından sonra, sağdıçlar oturur berber koltuğuna. Onların tıraşı da törenle tamamlanır. Sonra güvey sağdıçların arasında düşer yola. Bir yandan da gençler "Atalım atalım" çeker. Karşıdan "Nereye" diye sorarlar "Herkesi sevdiğinin kucağına" diye yanıtlarlar. Hep birden silahlar çekilir, havaya kurşunlar sıkılır. Evin kapısına kadar böyle sürer bu. Sonra Halil'in sırtı yumruklanır, salınır içeriye. Gerdek odasının kapısında telli duvağıyla Zeynep ayakta beklemektedir Halil'i. Halil girer gerdek odasına; girer ya kulaklarında bir uğultu, gözlerinde bir karartı. Bir tek ses geliyor kulaklarına, geyik sesi! Hem de evin yanından geliyor ses. Halil durur. Kulak kabartır sesin geldiği yana. Basbayağı geyik sesi bu. Üç günlük yoldan duysa, tanır geyik sesini Halil. Bir durur. "Kör şeytan, kör gözüne lanet" der. Atar adımını içeri. Daha fazla gelmeye başlar geyik sesi. Dayanamaz, duvardaki tüfeğini kaptığı gibi fırlar dışarı. Zeynep'e de "şimdi gelirim" der. Ses yakından uzağa gitmeye başlar. Halil sesin peşinde. Ses Gavur Dağları'na doğru çekilir. Halil de peşinde. O gider ses uzaklaşır. Varır Gavurun Dağı'na ulaşırlar. Ulaşırlar ki, ne görsün Halil. Alageyik çıkmış bir kayanın üstüne, bakıyor Halil'e. Ayın şavkı vurmuş ki pırıl pırıl derisi. Bir de alaylı bakıyor ki Halil'e. Atar bir kayanın siperine kendini Halil. Nişanlar tüfeğini. Tam tetiğe basacak, fırlayıverir Alageyik. Kayıp! Sonra yeniden sesi gelir yakından. Varır Halil. Bakar çıkmış bir kayanın tepesine Alageyik. Kaya da kaya! Üç bir yanı uçurum. Gözü kararır Halil'in. Uçurumu görecek durumda değil. Yeniden yumulur yere. Basar tetiğe. Alageyik yığılır kalir kayanın üstüne. Halil'de bir heyecan, bir sevinç. "Hem Zeynep'e kavuştum, hem de ava", diye geçirir içinden. Bir koşu geyiğin yattığı kayaya yönelir. Tam yanına gelir Alageyiğin, atar elini ki tutsun geyiği, Alageyik fırlar ayağa. Fırlamasıyla da çifteyi sallaması bir olur Halil'e. Tüfek bir yandan, Halil bir yandan boylar uçurumun dibini.

Gerdek odasında da Zeynep bir bekler, iki bekler, bakar geleceği yok Halil'in. Koşar tüfeğin asılı olduğu duvara bakar. Tüfeğin yerinde yeller esiyor. Fırlar allı duvağıyla dışarı Zeynep. Fırlar da anlatır durumu sağdıçlara. Herkeste bir merak, bir telaş. Nerdeyse gün ağaracak, Halil yok ortalıkta. "Gerdek gecesi güvey kalır mı dışarda. Mutlakza başına bir iş geldi" derler. Köy gençleri gruplar halinde düşerler dağ yoluna. Şu tepe senin, bu tepe benim. Adım adım,

Derler ki, köy gençleri ve al duvaklı Zeynep, Halil'in düştüğü uçurumun kenarına ulaştıklarında, Halil'in sesi bir inilti gibi geliyordu uçurumun dibinden. "İp salalım çekelim yukarı" derler. Diyene kalmaz ses seda kesilir Halil'de. Zeynep'tir bir al duvağına bakar, bir uçurumun dibinde yatan Halil'e. "Sensiz dünya haram bana" der, bırakır kendini Halil'in yattığı uçurumun dibine.

O gün, bugündür bir ses gelir kayalıklardan. Uğuldar uğuldar bir türkü olur. Bu ses geyik avına tövbeler eden Halil'in yanık sesidir der duyanlar.

Bu efsaneyi, dilden dile; kulaktan kulağa ulaştıranlar birşey daha derler. Uçurumun dibindeki iki sevgilinin mezarlarının üstünde, her yılın ilkbaharında, aynı günlerde, tam seher vakti tanyeri ağarırken iki tek çiçek açar. Bu çiçeğin biri kırmızı, duvak renginde, öteki mavi açar. Tam çiçekler boylanıp, birbirine kavuşacakken, ötelerden bir geyik uçarak gelir, çiçekleri yer. Bu her yıl böyle sürer gider. Çiçekler kavuşamaz birbirine.

ALAGEYİK

Ben de gittim bir geyiğin avına,
Geyik çekti beni kendi dağına,
Tövbeler tövbesi geyik avına.

Gidin arkadaşlar kaldım kayada,
Siz gidin yoldaşlar kaldım burada

Ben giderken kaya başı kar idi,
Yel vurdu da ılgıt ılgıt eridi,
Ak bilekler taş üstünde çürüdü,
Gidin arkadaşlar kaldım kayada,
Siz gidin yoldaşlar kaldım burada.

Esvabım bohçada basılı kaldı,
Tüfeğim duvarda asılı kaldı,
Nişanlım da benden küsülü kaldı,

Gidin arkadaşlar kaldım kayada, Siz gidin yoldaşlar kaldım burada.


Kaynak:
Yaşar Özürküt
Öyküleriyle Türküler 1
İstanbul, 1999

Yan!" diyorum içime!..." Sadece sen yan! " Ve"Dayan!"diyorum gönlüme!..."Herkes mutlu olsun!... Sen dayan!..
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder

eliferdem

Elmas Üye
Elmas Üye



Kayıt: Sep 06, 2008
Mesajlar: 3901




MesajTarih: 25 Aralık 2008, Perşembe 11:37:35    Mesaj Konusu: Re: sarı gelin Alıntıyla Cevap Ver

ÇIKTIM BELEN KAHVESİNE (ORMANCI)


Muğla'nın Yatağan ilçesine bağlı Gevenes köyünde Mustafa Şahbudak adın da, 1922 yılında bir efe doğar. Babası ağadır, dolayısıyla Mustafa da bir ağa çocuğudur. Mustafa hiddetli bir kişiliğe sahiptir. Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli en yakın canciğer arkadaşıdır. Herke bu ikilinin arkadaşlığına gıpta ile bakar Neredeyse her akşam köy kahvesinde bu iki arkadaş dama maçı düzenlerler iddialı ve dostça yapılan bu karşılaşmalar, kahvedekiler tarafından ilgi ile izlenir. Çünkü bu olayların mükafatını, izleyiciler almaktadır. 1946 yılı, Temmuz ayının sıcak bir gününde bu arkadaşlığa kan damlar, öfke seli karışır. Uğursu hadise cezaevinde sonuçlanarak, elli beş yıldır söylenegelen bir drama dönüşür.

Sıcak bir temmuz günü Mustafa Şahbudak, her zamanki gibi yine köy kahvesi ne gider. O sırada kahveye Muhtar Tevfik Cezayirli'yi görmeğe, Yatağan ilçe Milli Eğitim Müfettişi ile tahsildar gelmiştir. Muhtar olmadığı için misafirleri her zaman olduğu gibi, Mustafa Şahbudak ağırlama görevini üstlenir. İki misafiri alıp yemeğe götürür. Döndüklerinde Muhtar'ı kendilerini bekler görürler. O gün iki misafirden izin isteyip, yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında orman memuru, Mehmet İn, çıkagelir. Mehmet, sarhoştur. Bir gün önce, komşu olan Çiftlik köyünde yangın olmuştur. 1946 seçimlerinin evrakları Yatağan'a gönderilecektir. Seçim evrakını Yatağan'a, köy bekçisinin götürmesi zorunludur. Ormancı ise, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için, bekçiyi Muhtar'dan ister. Muhtar:
-Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem der. Bunun üzerine Ormancı ile Muhtar arasında, bir tartışma başlar. Muhtar en sonunda:
-Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et, der.

Ormancı kahveye girip tekrar geri döner, gelir. Dama masasını bir yumrukta darmadağın eder. Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve Ormancı'ya bir tokat atar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, adamı alıp sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler. Ormancı oradan bağırarak küfürler savurmaktadır. Küfürler Mustafa Şahbudak'ın tahammül sınırını daha da zorlar. Yerinden kalkar, Ormancı'nın üzerine yürür. Ormancı Mehmet'in, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak'ın sol kolunun pazısından yaralar. O zaman, Mustafa Şahbudak Ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder. İşte ne olursa, o an olur!

Muhtar, Ormancı'nın ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat, Mustafa Bey tetiği çoktan çekmiştir... Ormancı bunun üzerine kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder. Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir. ikinci atış üzerine Mehmet in, yere düşer.

Arka cebinde tabaka olduğu için, ona hiç bir şey olmaz. Bu arada ne yazık ki, Mustafa Şahbudak, kaza kurşunu ile dostu Tevfik'i vurur. O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik'i, tahta bir sal üzerinde Muğla devlet hastahanesine götürürler. Tevfik, çok kan kaybetmektedir. Mustafa, Doktor Veli Bey'e:

Babamın selamı var, bu adamı iyileştir. der.
Veli Bey:
-O ölecek, önce senin kolunu saralım. der. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa'yı yanına çağırarak:
-Ben ölüyorum hakkını helal et. der.
Mustafa:
-Hayır, sen ölmeyeceksin! derken ağlamaya başlar. Aslında orada herkes efelerin ağlamadığını bilir. Ancak Mustafa, arkadaşının bu durumuna dayanamamıştır.
Gerçekten de biraz sonra Tevfik, hayata gözlerini kapar. Mustafa, en yakın arkadaşını öldürdüğü için polise teslim olur, Bu olay üzerine dört yıl ceza yer. Ceza. evindeyken her gece Tevfik rüyasına girer. Ancak Ormancı'ya kini gittikçe artar. Bu acı olaydan sonra köyde kalamayacağını anlayan Ormancı, tayin ister.
Kavaklıdere Orman Müdürlüğüne atanır. Aslen Marmarislidir. Emekliliğinden sonra oraya yerleşir. Doksanlı yılların başında, kendi memleketi olan Marmaris'te ölür.

Mustafa Şahbudak cezaevinden çıktıktan sonra, anılarla dolu o köyde yaşayamayacağını anlayıp, Muğla merkeze yerleşir.

Çok sevdiği, günlerini birlikte geçirdiği arkadaşını Muhtar Tevfik Cezayirli'yi tek
kurşunla öldürdüğünde arkada yirmi beş yaşında bir eş ve üç çocuk bırakır. Muhtar'ın eşi Pembe, bu acıya dayanamayınca birkaç yıl sonra aklı dengesini yitirir. Oğlanın biri İzmir'e yerleşir. Diğer oğlanla kız, köyde evlenirler ve hayatlarını orada sürdürmeye devam etmekteler.

Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa'ya bir gün arkadaşları, Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler. Bu değirmenci, annesinin akrabasıdır. Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir. İşte Gevenes köyünde yaşanan bu acı olay da bu kişi tarafından bestelenmiştir. Düğünlerde okunan, herkesin diline düşen türkü ''Ormancıdır.'' Bir gün, radyodan duyduğu bu türkü ile unutmak istediği olayları, tekrar yaşar gibi olur. Radyoyu kapatır, bu türküden çok incinmiştir.

Ormancı türküde Ormancı adı ile, Mustafa Şahbudak ise ''Bay Mustafa" adı ile yer almıştır.

Ormancı Mehmet'in bir anlık sarhoşluğunun musibetini, yıllarca pişmanlık
duyarak ve memleketinde barınamayarak ödedi demek yanlış olur.
Çünkü o türkü yaşadığı müddetçe kötü adam olarak anılacaktır ve tarihe öyle geçecektir.*


ORMANCI TÜRKÜSÜ

Çıktım Belen kahvesine baktım ovaya
Bay Mustafa çağırdı, dam oynamaya,
Ormancı da gelir gelmez, yıkar masayı,
Söz dinlemez Ormancı, çekmiş kafayı
Aman Ormancı, canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Gevenes' in ortasında, değirmen döner,
Değirmenin suları, dağından iner,
Ormancı'ya atılan kurşun, Tevfik' e döner,
Tevfik' in feryatları, yürekler deler,
Aman Ormancı, canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Gevenes' in suları hoştur içmeye,
Üstünde köprüsü var, gelip geçmeye,
Tevfik' imi vurdular, hiç mi hiç yere,
Yazık ettin Ormancı, köyün iki gencine
Aman Ormancı, canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

*Derlemeyi yapan Kemal Erdinç.

1-Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili Okutmanı

Yan!" diyorum içime!..." Sadece sen yan! " Ve"Dayan!"diyorum gönlüme!..."Herkes mutlu olsun!... Sen dayan!..
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder

zafersoy

Platinyum Üye
Platinyum Üye



Kayıt: Oct 30, 2008
Mesajlar: 2039
Nereden: TRABZON



MesajTarih: 29 Nisan 2009, Çarşamba 09:47:08    Mesaj Konusu: Alıntıyla Cevap Ver

DİDO TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ

fenike kenti tyros'un kralı ardında kızı elissa ( dido ) ve oğlu pygmalion'u bırakarak bu dünyadan göçtüğünde, halk kral olarak pygmalion'u ve yardımcısı olarak da amcası sicharbas'ı seçer. pygmalion ilk iş olarak kızkardeşi elissa ve amcası sicharbas'ı evlendirir. ancak bir süre sonra sicharbas'ın hazinesine göz koyan pygmalion, amcasını öldürtür. ardından yaşadığı yeri terketmek zorunda kalan elissa, afrika'nın libya kıyılarına yerleşir ve orada kendine bir krallık kurup başına geçer. bu kent, ileride roma'nın da düşmanı olacak kartacadır. ancak komşu krallardan biri ona talip çıkar. elissa krala karşı koyamayacağını bildiği için üç aylık bir düşünme süresi ister ve bu sürenin sonunda bir odun yığınının üstüne çıkarak kendini diri diri yakar.

birebir.net'den alıntıdır

dağlarda gezen kartalım
kırıldı mı ? kanatların
can mı çıktı boğazından
niye düştün düz tarlaya ?

tut elimden,kalk gidelim
oy gidelim ziganaya
nanina dido,dido anam
dido babam dido nanina

kalk ayağa çık gağlara
uğrama hiç şehirlere
bilmezler ne gelmiş başa
burda ağlamak bile yasak

tut elimden,kalk gidelim
oy gidelim ziganaya
nanina dido,dido anam
dido babam dido nanina

<div>Ayağın kırıldı diye üzülme. Allah sana belki kanat verecek. <br>Kuyu dibinde kaldın diye kırılma belki oradan bile bir kapı açılır. <br>Yusuf kuyudan sultan oldu.."</div><br>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder

Tüm kadın aksesuar fırsatları için tıklayın !


Mesajları Göster:   
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Oymalitepe.Net Forum Ana Sayfası -> Sizin Kaleminizden... Köşe Yazıları... Tüm saatler GMT + 3 Saat
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız

We request you retain the full copyright notice below including the link to www.phpbb.com. This not only gives respect to the large amount of time given freely by the developers but also helps build interest, traffic and use of phpBB 2.0. If you cannot (for good reason) retain the full copyright we request you at least leave in place the Powered by phpBB line, with phpBB linked to www.phpbb.com. If you refuse to include even this then support on our forums may be affected. The phpBB Group : 2002 // --> Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
Forums ©
Copyright © 2008 Oymalitepe.Net & Site Kurulumu-Düzenleme: L@ZKaN - kuzeyinoglu - ^^KaRaYeL^^